Yazı: Melih Boyacı
Aileen Lee 2013’te TechCrunch’a yazdığı makalede girişimleri nitelemek için bu kelimeyi kullanana dek Unicorn’lar saflık ve zarafeti temsil ettikleri, kendi hallerindeki yaşantılarına devam ediyorlardı. Bu tarihten sonra sözcük bambaşka bir anlam kazanarak yalnızca efsanevi tek boynuzlu atları değil, teknolojiyi inovasyonla buluşturarak çok hızlı bir şekilde milyar doların üzerinde değerlemeye ulaşan girişimleri nitelemeye başladı (Lee’nin sözcükleriyle ifade etmek gerekirse, ABD merkezli, 2003 yılından bu yana kurulan ve kamu veya özel piyasa yatırımcıları tarafından 1 milyar doların üzerinde değer biçilen yazılım şirketleri). Unicornlar böylelikle bulundukları sihirli dünyadan Silikon Vadisi’ne hızlı bir iniş yapmış oldular.
Lee elbette bu terimi kullanarak bu hızla büyüyen yenilikçi teknoloji şirketlerinin ne kadar nadir olduklarının altını çizmeyi amaçlamıştı. Kendisi bu makaleyi yazdığında ortalıkta yalnızca 39 unicorn vardı. Bunlardan Facebook, en yakın takipçisi LinkedIn’in yaklaşık 4 katı değerlemeyle 122 milyar dolara ulaşarak zirveyi elinde bulunduruyordu. Bu durum Facebook’u 100 milyar üzeri değerleme konusunda zirvede yalnız bırakıyordu. Facebook’un bu başarısı, kurucusu Mark Zuckerberg’in “hızlı hareket et ve karşına çıkanı yık” (move fast and break things) sözünde vücut buluyor ve hızlı büyüyerek değer kazanmak girişim dünyasında ana hedef haline geliyordu.
Dile kolay, Lee’nin makalesinin üzerinden tam 11 yıl, 3 dünya kupası, 6 seçim, 1 pandemi geçti. Bu süreçte, milyar dolar üzeri değerlemesi olan şirketlerin sayısı 39’dan tam 1232’ye yükseldi. Bu sıfatı hak eden şirketlerin bugünkü toplam değerleri 3.8 trilyon doların üzerine çıktı. Unicornların sayısı ve değerleri bu sürede o kadar yükseldi ki 10 ve 100 milyar doları geçen değerlemeye sahip şirketleri tanımlamak için decacorn ve hectacorn isimleri kullanılmaya başlandı. Bugün artık milyar doların üzerinde değerlemeyle yatırım alan şirketler küresel ana akım medyada haber değeri dahi taşımıyor.
Peki bu kadar fazla girişimin böylesine bir hızla büyümesi, girişimlerin ürettiği ürünlerin nihai kullanıcısı olan toplum için ne ifade ediyor? Bir diğer deyişle, bunca parayı unicornlara akıtmak bu parayı en verimli ve en faydalı kullanma şekli mi?
Bu sorulara cevap vermek için unicornların büyüme stratejilerine bakmakta fayda var. Unicorn olma iddiasını taşısın veya taşımasın, her girişim pazarda giderilmemiş bir ihtiyacı karşılamayı hedefleyen yenilikçi bir çözümle (ürün,hizmet veya iş modeli) ortaya çıkıyor. Yapılan ilk değerlendirmelerde bu çözümün pazarda bir karşılığının olduğu doğrulandıktan sonra girişimi oluşturan ekip, çözümlerini hayata geçirmeleri için ihtiyaçları olan ilk yatırımını, yani tohum yatırımını almak için çalışmaya başlıyor.
Artık yola koyulan girişimlerin bu aşamadan sonraki hedefleri iş modellerini ölçeklendirerek büyümek ve çözümlerini daha fazla insana ulaştırmak haline geliyor. Bu büyüme aşamasının agresifliği, unicornların ayırıcı özellikleri arasında öne çıkıyor. Risk sermayesini arkasına alarak pazar paylarını hızlı bir şekilde artırmayı, rekabetin önüne geçmeyi ve elde ettikleri avantajlı konumu gelire dönüştürmeyi amaçlayan girişimler, bunu gerçekleştirmek için büyümeyi geri kalan her şeyin önüne koyuyorlar. Girişime yatırım yapmaktaki en büyük hedefi girişimi bir an önce belirli bir finansal değere ulaştırmak olan yatırımcılar, eğer yatırım stratejisinde etki odağı bulunmuyor ise bu hedefe ulaşmak için bir dizi “yıkıcı” yol izliyorlar. Böyle bir kurguda, büyümenin önünde yer alan engellerin kırılması veya ortadan kaldırılması için bu engellerin toplum ve çevrenin refahına olan katkısı göz ardı edilebiliyor.