19 April 2024

Unicornlara İnsan Merkezli Alternatif: Zebralar

Yazı: Melih Boyacı

Aileen Lee 2013’te TechCrunch’a yazdığı makalede girişimleri nitelemek için bu kelimeyi kullanana dek Unicorn’lar saflık ve zarafeti temsil ettikleri, kendi hallerindeki yaşantılarına devam ediyorlardı. Bu tarihten sonra sözcük bambaşka bir anlam kazanarak yalnızca efsanevi tek boynuzlu atları değil, teknolojiyi inovasyonla buluşturarak çok hızlı bir şekilde milyar doların üzerinde değerlemeye ulaşan girişimleri nitelemeye başladı (Lee’nin sözcükleriyle ifade etmek gerekirse, ABD merkezli, 2003 yılından bu yana kurulan ve kamu veya özel piyasa yatırımcıları tarafından 1 milyar doların üzerinde değer biçilen yazılım şirketleri). Unicornlar böylelikle bulundukları sihirli dünyadan Silikon Vadisi’ne hızlı bir iniş yapmış oldular.

Lee elbette bu terimi kullanarak bu hızla büyüyen yenilikçi teknoloji şirketlerinin ne kadar nadir olduklarının altını çizmeyi amaçlamıştı. Kendisi bu makaleyi yazdığında ortalıkta yalnızca 39 unicorn vardı. Bunlardan Facebook, en yakın takipçisi LinkedIn’in yaklaşık 4 katı değerlemeyle 122 milyar dolara ulaşarak zirveyi elinde bulunduruyordu. Bu durum Facebook’u 100 milyar üzeri değerleme konusunda zirvede yalnız bırakıyordu. Facebook’un bu başarısı, kurucusu Mark Zuckerberg’in “hızlı hareket et ve karşına çıkanı yık” (move fast and break things) sözünde vücut buluyor ve hızlı büyüyerek değer kazanmak girişim dünyasında ana hedef haline geliyordu. 

Dile kolay, Lee’nin makalesinin üzerinden tam 11 yıl, 3 dünya kupası, 6 seçim, 1 pandemi geçti. Bu süreçte, milyar dolar üzeri değerlemesi olan şirketlerin sayısı 39’dan tam 1232’ye yükseldi. Bu sıfatı hak eden şirketlerin bugünkü toplam değerleri 3.8 trilyon doların üzerine çıktı. Unicornların sayısı ve değerleri bu sürede o kadar yükseldi ki 10 ve 100 milyar doları geçen değerlemeye sahip şirketleri tanımlamak için decacorn ve hectacorn isimleri kullanılmaya başlandı. Bugün artık milyar doların üzerinde değerlemeyle yatırım alan şirketler küresel ana akım medyada haber değeri dahi taşımıyor.

 

Peki bu kadar fazla girişimin böylesine bir hızla büyümesi, girişimlerin ürettiği ürünlerin nihai kullanıcısı olan toplum için ne ifade ediyor? Bir diğer deyişle, bunca parayı unicornlara akıtmak bu parayı en verimli ve en faydalı kullanma şekli mi?

 

Bu sorulara cevap vermek için unicornların büyüme stratejilerine bakmakta fayda var. Unicorn olma iddiasını taşısın veya taşımasın, her girişim pazarda giderilmemiş bir ihtiyacı karşılamayı hedefleyen  yenilikçi bir çözümle (ürün,hizmet veya iş modeli) ortaya çıkıyor. Yapılan ilk değerlendirmelerde bu çözümün pazarda bir karşılığının olduğu doğrulandıktan sonra girişimi oluşturan ekip, çözümlerini hayata geçirmeleri için ihtiyaçları olan ilk yatırımını, yani tohum yatırımını almak için çalışmaya başlıyor. 

Artık yola koyulan girişimlerin bu aşamadan sonraki hedefleri iş modellerini ölçeklendirerek büyümek ve çözümlerini daha fazla insana ulaştırmak haline geliyor. Bu büyüme aşamasının agresifliği, unicornların ayırıcı özellikleri arasında öne çıkıyor. Risk sermayesini arkasına alarak pazar paylarını hızlı bir şekilde artırmayı, rekabetin önüne geçmeyi ve elde ettikleri avantajlı konumu gelire dönüştürmeyi amaçlayan girişimler, bunu gerçekleştirmek için büyümeyi geri kalan her şeyin önüne koyuyorlar. Girişime yatırım yapmaktaki en büyük hedefi girişimi bir an önce belirli bir finansal değere ulaştırmak olan yatırımcılar, eğer yatırım stratejisinde etki odağı bulunmuyor ise bu hedefe ulaşmak için bir dizi “yıkıcı” yol izliyorlar. Böyle bir kurguda, büyümenin önünde yer alan engellerin kırılması veya ortadan kaldırılması için bu engellerin toplum ve çevrenin refahına olan katkısı göz ardı edilebiliyor. 

Risk sermayesini arkasına alarak pazar paylarını hızlı bir şekilde artırmayı, rekabetin önüne geçmeyi ve elde ettikleri avantajlı konumu gelire dönüştürmeyi amaçlayan girişimler, bunu gerçekleştirmek için büyümeyi geri kalan her şeyin önüne koyuyorlar. Girişime yatırım yapmaktaki en büyük hedefi girişimi bir an önce belirli bir finansal değere ulaştırmak olan yatırımcılar, eğer yatırım stratejisinde etki odağı bulunmuyor ise bu hedefe ulaşmak için bir dizi “yıkıcı” yol izliyorlar.

Bu durum, söz konusu girişimlerle aramızda çelişkili bir ilişkiyi ortaya çıkarıyor. Örneğin, Uber gibi paylaşımlı yolculuk uygulamaları bir yandan nitelikli hizmet veremeyen mevcut tekelleri yerinden sarsıp bizi memnun ederken, diğer yandan kârlarını vergi cennetlerine kaydırarak, kontrat bazlı (güvencesiz) çalışma pratiklerini yaygınlaştırarak ve kriz zamanlarında alternatif çözümleri düşünmeden kitlesel işten çıkarmalar yaparak faydalarının ötesinde zarara sebep olabiliyorlar.

Benzer şekilde, pazar paylarını artırarak lider konumuna gelen unicornlar hızla tekelleşerek fiyatlarını artırabiliyor ve tüketicilerin ihtiyaçlarını olması gerekenden çok daha pahalıya ve düşük kaliteyle gidermelerine sebep olabiliyorlar. Netflix’in büyümesine paralel olarak artan fiyatları, aynısını yapabilmek için yemek dağıtım uygulamalarının yıllardır kâr etmeden büyümeye devam etmeleri, Amazon’un yıkıcı fiyatlandırma uygulamaları bu duruma bazı örnekler olarak sunulabilir.

Sonuç olarak, her şeye ve herkese rağmen büyümeyi önceliklendiren girişim anlayışı toplumların refahı ve çevrenin sağlığından çok bireysel zenginleşmeyi önceliklendiriyor. 

 

İklim bozulur, ülkeler istikrarsızlaşır ve toplumsal gelir adaletsizliği derinleşirken kırmak yerine korumayı, bozmak yerine kurmayı ve domine etmek yerine uyum içinde olmayı önceliklendiren yeni bir modele ihtiyacımız da artıyor. İşte Zebra hareketi tam da bu ihtiyacı gidermeyi amaçlıyor. 

 

2010’lu yılların sonunda unicornlara odaklanmış bir girişimcilik dünyasına tepki olarak ortaya çıkan Zebra hareketi hızlı ve agresif büyüme yerine eşitlikçi ve sürdürülebilir bir iş yapma anlayışını benimsiyor. Ortaya bir topluluk olarak çıkan Zebra hareketi, bu topluluğun sınırlarını da aşarak küresel bir harekete dönüşmüş durumda.

2010’lu yılların sonunda unicornlara odaklanmış bir girişimcilik dünyasına tepki olarak ortaya çıkan Zebra hareketi hızlı ve agresif büyüme yerine eşitlikçi ve sürdürülebilir bir iş yapma anlayışını benimsiyor. Ortaya bir topluluk olarak çıkan Zebra hareketi, bu topluluğun sınırlarını da aşarak küresel bir harekete dönüşmüş durumda.

Bir Zebra girişimin öne çıkan özelliklerini şu şekilde özetleyebiliriz:

Sürdürülebilir ve etik: Zebra şirketleri, sürdürülebilirlik ve etik iş uygulamaları ilkeleri üzerine kurulmuştur. Yapay olmayan insani sorunları çözmeyi ve toplum ile çevreye olumlu katkılarda bulunmayı hedeflerler.

Kârlılık ve sosyal etki dengesi: Yatırımcılar için hızlı büyüme ve yüksek getirilere odaklanan unicornlardan farklı olarak, zebra şirketleri kârlılıklarına ve dünya üzerindeki etkilerine odaklanmaktadırlar. Uzun ömürlü ve bağımsız olmalarını sağlamak için kârlı olmayı amaçlarlar, ancak bunu sosyal misyonları pahasına yapmazlar. IESEG School of Management’ın bu konudaki makalesine göre büyüme yerine karlılığa odaklanan girişimlerin orta ve uzun vadede salt büyümeye odaklanan girişimlere oranla hem büyümeyi hem karlılığı gerçekleştirme ihtimallerinin 2.5 kat daha yüksek olduğunu ekleyelim.

İş birliği odağı: Zebralar genellikle rekabet yerine (rekabeti tamamen dışlamadan) işbirliğine vurgu yaparlar. İşletmelerin daha geniş, tüm paydaşlara faydalı hedeflere ulaşmak için birlikte çalıştıkları ağları ve ekosistemleri desteklerler.

Çeşitlilik: Zebra hareketi ayrıca liderlik ve iş gücünde çeşitliliğin önemini vurgular, tüm iş süreçlerinde kapsayıcılığı savunur.

Jennifer Brandel, Mara Zepeda, Astrid Scholz ve Aniyia Williams tarafından kaleme alınan, Zebra Manifestosu niteliği taşıyan “Zebras Fix What Unicorns Break” (tr. Unicornların Kırdıklarını Zebralar Onarır) isimli makalenin sonunda yazarlar Zebra olmanın bazı zorluklarının altını çiziyorlar. Salt kar amacı gütmek-gütmemek ikilemine hapsolmuş geleneksel kategoriler, kurucuların kadın veya iş dünyasında daha az temsil edilen topluluklardan olmaları, konseptin görece yeni olması ve etki yatırımı olanaklarının yeni yeni şekilleniyor olması bunlardan bazıları. Ancak bunlar bizleri yıldırmamalı, ortaya çıktığından beri Zebra hareketinin ilerleyişi, gelebileceği nokta konusunda bize fikir veriyor.

Ülkemizde sürdürülebilirliği önceliklendiren, kârlılıkla sosyal etkiyi dengelemeyi amaçlayan çok sayıda girişimci kendine Zebra demese de ilkelerini sergiliyor. Bunların birçoğuyla programlarımız aracılığıyla yolumuzun kesişmesi bizim için bir şans.

 

Impact First

Impact Hub Istanbul olarak yukarıda bahsettiğimiz zorluklar içinde çeşitliliği, sürdürülebilirliği ve iş birliğini önceliklendiren girişimlerin ortaya çıkmasının ne kadar zahmetli olduğunu programlarımıza katılan girişimcilerin verdikleri mücadeleden gözlemliyoruz. Karlılığı yüksek bir iş modeli tasarlarken  yazıda bahsettiğimiz ilkeleri korumanın  zorluklarının farkındayız.

 

Bu yüzden bu yıl Impact Hub Istanbul olarak katılan her girişimcinin toplumsal ve çevresel etkiyi iş modeline entegre edebileceği, yıkıcı olmak yerine mevcut fonksiyonel sistemlerle uyum içinde çalışan modeller geliştirebileceği ve benzer değerleri savunan girişimcilerden destek alabileceği Impact First programını başlatıyoruz. Bu programla geleceğin zebra girişimcilerinin kendi işlerini geliştirip pazardaki karşılıklarını bulmalarını, doğru yöntemlere ulaşmak için en doğru uzmanlardan destek almalarını ve birbirlerinden güç alarak seslerini daha fazla insana ulaştırmalarını amaçlıyoruz.

 

Impact First’te, girişimlerin sektörlerine özel pazara çıkış stratejilerini onlarla birlikte oluşturuyor, onları stratejilerini hayata geçirmelerine yardımcı olacak partnerlerle buluşturuyor ve yatırımcılar ile uzman mentorlara erişimlerini sağlıyoruz.

Impact First için başvuru süreci 28 Nisan’a kadar açık. 

Program hakkında daha fazla bilgi ve detaylı başvuru için impactfirst.com.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.